“Süper Kahramanlara Hümanist Yaklaşmaya Devam…”
Warner Bros yapımcılığında çekilen The Flash filminin yönetmen koltuğunda Mama (2013), It (2027) ve It: Chapter Two (2019) filmlerinin de yönetmenliğini yapmış olan Andy Muschietti oturuyor. Senaryosunu Christina Hodson ile Joby Harold’un kaleme aldıkları filmin görüntü yönetmenliğini Henry Braham üstlenmiş. Müzikleri Benjamin Wallfisch tarafından yapılan filmin oyuncu kadrosunda ise Ezra Miller, Ben Affleck, Sacha Calle, Michael Keaton, Michael Shannon, Ron Livingston, Jeremy Irons, Temuera Morrison, Saoirse-Monica Jackson, Keirsey Clemons, Maribel Verdu, Rudy Mancuso, Isabelle Bernardo, Antje Traue gibi isimler bulunuyor.
Filmin konusunu annesinin ölümünü engellemek için gücünü kullanarak zamanda geriye giden Barry Allen’ın, zamanın lineer akışında istenmeyen sonuçlara yol açması oluşturuyor. Barry, geçmişteki olayları değiştirmek amacıyla zamanda yolculuk yapmak için süper güçlerini kullandığında The Flash’te dünyalar çarpışır. Ancak ailesini kurtarma girişimi istemeden geleceği değiştirdiğinde Barry, General Zod’un yok etme tehdidiyle geri döndüğü ve sığınacak süper kahramanların olmadığı bir gerçeklikte hapsolur. Hapsedilmiş bir Kripton’luyu kurtarmak için, her ne kadar aradığı kişi olmasa da alışılmışın dışında olan bu çok farklı Batman’i emeklilikten vazgeçmeye ikna etmesi gerekmektedir… Nihayetinde, içinde bulunduğu dünyayı kurtarmak ve bildiği geleceğe dönmek için Barry’nin tek umudu hayatı için yarışmaktır. Ancak yaptığı tüm fedakârlıkları evrenin başa dönmesi için yeterli olacak mıdır?
Özellikle Dedective Comics yani DC’nin son dönemdeki modası haline gelen paralel evren (multiverse) kavramını Doctor Strange (2016), Spider-Man: No Way Home (2021), Doctor Strange in the Multiverse of Madness (2022) gibi kendi içerisinde yer alan evrenleri birbirine bağlayarak ortaya koymasının dışında bu yıl Akademi Ödülleri’nden Oscar heykelcikleriyle dönen Everything Everywhere All at Once (2022) filminin de temasının bu eksende olması bu çılgınlığı destekler nitelikte. Haliyle, bütün bu filmler paralel evren çılgınlığının henüz daha başlangıcında olduğumuzun da sinyallerini vermişti.
Geçen yıl gösterime giren The Batman (2022) filminde Robert Pattison’un canlandırdığı Batman hafızalarımızdayken ve Tim Burton’ın yarattığı karanlık atmosfere benzer bir atmosferi bize sunmuşken, paralel evren çılgınlığı içerisinde Michael Keaton’ı tekrar Batman olarak görmenin hazzı da paha biçilemez oluyor. Görsel efektler bazı yerlerde göze batan aksaklıklara sahip olsa da bunları görmezden gelerek geçen yıl The Batman’de karşımıza çıkan “üzeri kirlenen”, “kendisine vurulduğunda kanı dökülebilen”, “sakar” süper kahramanlar arasında bir yolculuğa çıkmak hem eğlenmenizi hem de paralel evren çılgınlığına keyifle yaklaşabilmenize kapı açıyor. Özellikle sinefillerin hoşuna gidebilecek diyaloglar ile sunulan paralel evrenlerin çarpıcı etkileri, izleyicilerin aksiyonla birlikte yer yer kahkahalarını tutamamalarının da önünü açıyor. Özellikle Y kuşağını alıp zamanda yolculuk yaptırarak çocukluklarına götüren görsel ve diyalogsal bu dokunuşlar filmin değerini arttıyor. Tek sorunu, bazen bu kahkahaların aksiyonun önüne geçebilmesi. Ancak filmin akışına kendinizi kaptırarak bunu sorun yapmayı bir kenara bıraktığınızda macera sizi bir evrenden öbürüne kolayca sürükleyebiliyor.
Sonuç olarak The Flash; paralel evren çılgınlığından uzak durmak isteyenleri dahi kendine çekecek hamleler yapan, Keaton’ı Batman olarak kabul etmiş olanların gözlerini yaşartabilecek, süper kahramanlara daha hümanist bir bakış açısıyla yaklaşan, oldukça keyifli bir süper kahraman filmi. Görsel efektlerdeki aksaklıklara takılmadan izlediğiniz takdirde keyif almanız olası.