“Krallar Çarpışırsa…”
Amerikan yapımı Beast, Türkiye’de gösterime girdiği adıyla Canavar filminin yönetmen koltuğunda Myrin (2006), White Night Wedding (2008), Inhale (2010), Contraband (2012), The Deep (2012), 2 Guns (2013), Everest (2015), The Oath (2016), Adrift (2018) gibi filmlerin yönetmenliklerini yapmış olan Baltasar Kormakur oturuyor. Senaryosunu Jaime Primak Sullivan’ın öyküsünden Ryan Engle’ın sinemaya uyarladığı filmin görüntü yönetmenliğini Philippe Rousselot ile Baltasar Breki Samper üstlenmiş. Müzikleri Steven Price’e ait olan filmin oyuncu kadrosunda ise Idris Elba, Liyabuya Gongo, Martin Munro, Sharlto Copley, Daniel Hadebe, Thapelo Sebogodi, Chris Langa, Mduduzi Mavimbela, Chris Gxalaba, Leah Jeffries, Iyana Halley gibi isimler bulunuyor.
Filmin konusunu bir baba ve iki genç kızının birlikte gittikleri Güney Afrika’da kaçak avcıların elinden kurtulan bir aslanın av bölgesinde kalmalarıyla başlayan hayatta kalma mücadelesi oluşturuyor. Dr. Nate Daniels yeni dul kalmıştır ve karısıyla ilk tanıştıkları yer olan Güney Afrika’ya döner. Uzun süre önce planlanan gezide kızlarıyla birlikte eski bir aile dostu ve vahşi hayat biyoloğu Martin Battles’ın yönettiği bir doğal hayat alanına gelirler. Ama yaraları sarmak üzere başlayan yolculuk, kana susayan, kaçak avcılardan kurtulmuş, insanları artık düşman olarak gören ve peşlerine düşen bir aslandan kurtulmak için korkunç bir mücadeleye dönüşecektir.
Filmin konusunu okuyup fragmanını izlediğimde her hayvanseverin takınacağı bir tutum ile filme karşı önyargılı davranmış olsam da, filmin giriş sahnesiyle birlikte; canavarın aslında bahsi geçen aslan değil de insanlar olduğunu anlamam uzun sürmedi. Vahşi doğadaki hayvanlardan çok daha vahşi olan biz insanoğlu şiddet göstermediği, alanlarına müdahale etmediği sürece kolay kolay hiçbir canlının insanlara zarar vermeyeceğini zor da olsa bir gün insanların anlayacağına olan inancım halen kutumda saklı bir biçimde özenle korunuyor. Bu filmde de kaçak avcılar tarafından bölgesine girilmiş ve sürüsü katledilmiş bir aslanın; herhangi bir aslanın göstermeyeceği, insana benzer şiddet davranışları göstererek tüm insanlığa lanet kusmasını izliyoruz. Başka aslanların koşarak kucağına atladığı biyolog Martin’e dahi saldıran bu aslan, insanlara benzer şekilde bir insanı tuzak olarak rehin dahi tutabiliyor. “Gerçekçilikten uzak mı?” diye sorulacak olursa; çok rahatlıkla “Hayır” diyebilirim. Toplumsal gündemimizde günlerdir üst sıralarda yer alan sokak köpeklerinin katledilmesi, ahlaka sığınılarak ahlaksızca hayvanlara yapılan tecavüzler, her görülen yerden ağaç ve bitkilerin sökülüp yerine beton dikilmesi ve bütün bunların ardından “Tanrı’m neden esmiyor?” denilmesi ve daha birçok sorun biz insanların vahşetinden ve barbarlığından kaynaklanıyor. Kentlerde çok gördüğümüz, üzerinden arabayla geçmekte bir mahsur görmediğimiz(!) hayvanların doğal ortamı olan ormanlara girip, tüm dünyayı kendi malımızmış gibi görüp sonra da “Bu hayvan bana neden saldırıyor?” diye sormak çok gülünç. Ama filmde insanların kötülüğü o kadar naif ve göze sokmadan anlatılmış ki, film boyunca Nate ya da çocuklarla mı yoksa aslanla mı özdeşleşeceğinize karar vermek hayli güçleşiyor. Ve filmin finalinde tabii ki insan yine insanlığını, başka insanlara da yaptığı bir yöntemi kullanarak kanıtlıyor.
Filmi güçlü bir kişinin karşısındaki bir bireyi kurtarma hikâyesi olarak da aslan ile insan arasındaki mücadele olarak da okumak mümkün. Besin zincirinin kralı ile ormanların kralı savaşırsa kim kazanabilir ki zaten?
Sonuç olarak Beast; konusu ve finaliyle çok tahmin edilebilir bir film olmakla birlikte, alt metin okumalarıyla zihin jimnastiği yapmak ve oyuncuların başarılı performansları için izlenebilecek iyi bir gerilim.