2 Mayıs 2024

“Yeniden Çevrim Yerine Öncesini Anlatma Çabası…”

The First Omen, Türkiye’de gösterime girdiği adıyla Omen: İlk Kehanet filminin yönetmen koltuğunda ilk uzun metrajıyla Arkasha Stevenson oturuyor. David Seltzer’in Omen, Türkiye’de bilinen adıyla İfrit kitabındaki karakterlerden esinlenerek oluşturulan hikâye Ben Jacoby tarafından yazılırken, senaryo ise yönetmen Stevenson ile birlikte, Keith Thomas ve Tim Smith tarafından kaleme alınmış. Görüntü yönetmenliğini Aaron Morton’un üstlendiği filmin müzikleri Mark Korven tarafından tasarlanmış. Filmin oyuncu kadrosunda ise Nell Tiger Free, Ralph Ineson, Sonia Braga, Tawfeek Barhom, Maria Caballero, Charles Dance, Bill Nighy, Nicole Sorace, Ishtar Currie-Wilson, Andrea Arcangeli, Dora Romano gibi isimler bulunuyor.

1976 yılında Richard Donner’ın yönettiği, David Seltzer’in kitabından uyarlanan ve yıllar içerisinde kült bir yapıma dönüşen Omen filminin öncesini anlatan filmin konusunu kiliseye hizmet etmek üzere Roma’ya gönderilen genç bir Amerikalı kadının kendi inancını sorgulamasına sebep olan bir karanlıkla karşılaşması sonucu yaşanılanlar oluşturuyor. Genç Amerikalı Margaret rahibe olarak yemin ettikten sonra, kilisede göreve başlamak üzere Roma’ya gönderilir. Manastırda karanlık bir şeylerin var olduğunu hisseden Margaret sonunda kendini kötülüğün vücut bulmuş halinin doğuşunu ümit eden korkunç bir komplo içerisinde bulacaktır.

The First Omen’dan 48 Yıl Önce…

1976 yılında romandan uyarlanarak çekilen The Omen filminde, gizlice evlat edinmiş olduğu çocuğun etrafında gelişen doğaüstü olaylar nedeniyle bu gizemi açığa çıkarmaya çalışan bir adamın yaşadığı olaylar konu edilmişti. Amerikan Elçisi Robert Thorn’un eşi hüsranla sonuçlanan bir doğum yapmış ancak Robert karısının acı gerçeği öğrenmesini engelleyip hastanede doğmuş sahipsiz bir başka bebeği kendi bebekleri gibi sahiplenmiştir. Adını Damien koydukları çocuk büyümeye başladıkça bazı tuhaf olaylar gerçekleşmeye başlamış, etraflarında intihar ve ölümlerin artmasının ardından baba, oğlunun gizemini çözmeye karar vermektedir.

1978 yılında Don Taylor tarafından çekilen devam filmi olan Damien: Omen II’de amcası tarafından büyütülmekte olan Damien’ın, bu kez amcasının Damien hakkında araştırma yapmaya başlaması işlenmişti. 12 yaşındaki Damien Thorn, zengin amcası Richard tarafından kuzeni Mark ile birlikte askeri okula gönderilmiştir. Damien’in yoluna çıkan ya da onun Hristiyanlık karşıtı işlerle uğraştığını düşünen herkes garip bir şekilde ölmeye başlar. Richard yeğeni hakkında çıkan söylentilere başlangıçta inanmasa da, en sonunda bu lanetin farkına vararak kendi hayatı tehlikeye girmeden önce, Damien’i öldürmesi gerektiğini fark eder.

1981 yılında Graham Baker yönetmenliğinde çekilen Omen III: The Final Conflict filminin konusunu bütün insanlığın kaderi belirlenmesi, iyiler ve kötüler arasındaki savaş son hatlarıyla şekillenmesi oluşturuyor. Damien Thorn artık 32 yaşındadır. Kötülüğün dünyadaki temsilcisi olarak serinkanlılıkla planlarını uygulamaktadır. Amaçlarına ulaşmak için yoluna çıkan herkesi öldürecektir, bu kişi arkadaşı, yardımcısı ya da sevgilisi olsa bile… Hedefi Anti-İsa’yı yoketmek olan kendini bu amaca adamış ve emrinde Megiddo’nun yedi hançeri olan bir rahip ise Damien’ın dünyayı kaosa sürükleme çabası arasında durmaktadır.

1991 yılında Dominique Othenin-Girard ile Jorge Montesi yönetmenliğinde çekilen Omen IV: The Awakening’de ise Omen serisinin bir önceki filminde nihayet öldüğü zannedilen Damien Thorn’un bir şekilde varlığını sürdürmeyi başarması anlatılıyor. Bu kez, Delia isimli son derece gizemli ve güzel bir kız çocuğun bedenini ele geçiren ve burada yaşamaya başlayan Thorn, vahşetine kaldığı yerden devam ediyor. Delia, varlıklı bir aile olan avukat Gene ve Karen çifti tarafından evlatlık ediniliyor. Küçük bir melek görünümdeki Delia ise nereye gitse terörü ve dehşeti yanında götürürüken, Delia’nın doğumu sırasında şüpheli durumlar yaşandığını fark eden Karen, Delia’nın biyolojik annesini bulmak adına bir özel dedektif tutarak araştırmalara başlıyor.

2006 yılında John Moore tarafından çekilen The Omen ise 1976 yılında çekilen kült yapımın yeniden çevrimi olmakla birlikte aynı hikâyeyi işlemekteydi. Bir anne, bebeğini dünyaya getirirken ona can veremeden ölür. Robert Thorn, eşinin böyle bir acıya dayanamayacağı düşüncesi ile acımasız bir çare üretir. Amerikalı diplomat, eş zamanlı olarak dünyaya gelen başka bir bebekle kendi bebeklerinin yerini değiştirir. Aradan beş yıl geçtikten sonra İngiltere Başkonsolosu olan Thorn, bu davranışının bedelini ödemek zorunda kalır. Oğlu Damien etrafında gelişen bir takım olaylarla hayatının tüm dengeleri sarsılacak ve çok geçmeden Damien’in kıyamet habercisi olduğu açığa çıkacaktır.

2016 yılında Glen Mazzara tarafından dizi olarak yaratılan, Fox 21 Television Studios ve 44 Strong Productions’ın ortak yapımı olan Damien, kült korku filmi The Omen’ın devamı niteliğinde çekilmişti. Dizi, gazeteci ve fotoğrafçı olan Damien Thorn’un 30. doğum gününde Suriye’de bulunduğu sırada karşılaştığı tehlikeli bir çatışma ortamında başına gelen doğaüstü bir olayla başlamakta sonrasında ise etrafındaki insanların tuhaf ve tesadüfi ölümleriyle gelişmektedir. Dizi ilk sezonunun ardından düşük reytingler nedeniyle yeni sezon onayı alamayarak iptal edildi.

Gelelim The First Omen’e…

Sinematografisi oldukça başarılı olan filmde, oyuncuların performanslarının da hayli başarılı olduğunu söylemek mümkün. Roma’daki bir manastıra gelen Amerikalı rahibenin etrafında gelişen olaylar üzerinden ilerlerken, son yıllarda sıklıkla karşımıza çıkan rahibelerin gittikleri manastırda karşılarına çıkan doğaüstü ya da gizemli unsurlarla mücadelesi genel atmosferi oluşturuyor. Bu olay örgüsüne sahip olan filmlerde yer alan yeni gelen rahibeye karşı kötü davranışlarda bulunan başka bir rahibe, biraz yoldan çıkmış olan ancak yeni gelen rahibeyle hemen kaynaşan uçlardaki rahibe gibi manastır atmosferinin olmazsa olmazları filmin başlangıcında tek tek karşımıza çıkıyor.

Mekân kullanımının da tıpkı sinematografi ve oyunculuklar kadar başarılı olduğu filmde, özellikle doğum sahnelerinin koltuk tırmalatacak kadar rahatsız edici biçimde verilmiş olması; makyajların ve efektlerin de diğer sinema unsurları kadar başarılı olduğunun bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Başlangıçta yer verilen klişelere ve olay örgüsünün nereye gideceğinin az çok tahmin edilir durumda olmasına rağmen twist yapmayı ihmal etmiyor ancak izleyicilere kısıtlı olay örgüsünde yaptığı bu minik sürprizler de çaba olmaktan öteye gidemiyor.

1964 yılında yeni Papa seçimi ve “Tanrı Öldü” sloganın yaygınlaşmasıyla kilisenin halk üzerindeki etkisinin azalması üzerine, doğaüstü korkulara dair filmlerin ortaya çıkmasına gönderme yapılması da şeytani varlığın yaratılması için çalışan Kardinalin Margaret’a, “Kiliseyi ve Hıristiyanlığı kurtarmak için” bunu yaptıklarını söylemesi üzerinden veriliyor. Ayrıca filmde, 1971 yılında Roma’da yaşanan sendika ve öğrenci protestolarına da yer veriliyor.

Yeniden çevrimler yerine kronolojik olarak seyircileri geriye saran bir hikâyenin anlatılmaya çalışılması, olayların 1971 yılında geçmesi ve çocuğun evlatlık verileceği aile olarak 1976 yapımı The Omen’da oynayan Gregory Peck’in fotoğrafının kullanılması ise artı bir değer olarak öne çıkıyor ve adeta 70’lerde çekilmiş bir film havasıyla 1976’daki filme bağlanması tek bir istisna hariç sağlanıyor: David Seltzer’in yazdığı eserde ve ilk çekilen The Omen’da altı çizilen Damien’ın çakaldan doğma bir çocuk olması durumu, bu filmde söz konusu değil. Roman ve filmin izleyiciler tarafından en vurucu olan noktasının çakaldan doğma bir bebek olması ve The First Omen’da bu ürkütücülük yerine çakalın görünmesi ancak çocuğun annesinin değil babasının çakal olması hayal kırıklığı yaşatan bir dönemeç olarak karşımıza çıkıyor ve izleyicileri hüsrana uğratıyor. Filmin finaline doğru olayların başka bir kült korku klasiği olan Ira Levin’in romanından Roman Polanski tarafından sinemaya uyarlanan Rosemary’s Baby (1968)’e evrilmesi nedeniyle manastırda geçmekte olan bir Rosemary’s Baby izlemiş olduğumuzu da fark etmemize neden oluyor. Bir başka film göndermesi ise Margaret’ın ilgilendiği Carlitta karakterinin çiziminde karşımıza çıkıyor. The Conjuring 2 (2016) filminde ilk kez karşılaştığımız, sonrasında ise kendi spin-offlarıyla izleyicilerle buluşan korkunç rahibe görünümdeki Valak karakterinin Carlitta’nın çizimindeki rahibeler arasında bulunması da dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmıyor.

Haftaya gösterime girecek olan Immaculate (2024)’in de Amerika’dan İtalya’daki manastıra giden genç bir rahibeyi konu ediniyor olması bağlamında benzer bir hikâyeyi anlatacak oluşu, kıyamet alametlerine dair insanların korku duymaya başladıklarını ve bu korkuları da sinemaya tekrar taşıdıklarını bir kez daha izleyicilere yansıtıyor.

Sonuç olarak The First Omen; sinematografisi, oyuncuların performansları ve atmosferiyle başarılı olan, manastırda geçen olay örgülerinin kıskacında kalsa da biraz twist yapmaya çalışan; bunu yaparken de bir yeniden çevrim olmak yerine karanlıkta kalmış bir bölgeyi hedef alan ancak bu kez de maalesef orijin hikâyeye ihanet eden, izlenebilir bir korku filmi olmaktan öteye geçemiyor.