2 Mayıs 2024

“Rüyalardan Şehir Efsanesine, Şehir Efsanesinden Sinemaya…”

Amerikan yapımı Dream Scenario, Türkiye’de gösterime girdiği adıyla Rüya Senaryo’nun yönetmen ve senarist koltuğunda DRIB (2017) ile Syk Pike (2022) filmlerinin de yönetmenliğini ve senaristliğini yapmış olan Kristoffer Borgli oturuyor. Görüntü yönetmenliğini Benjamin Loeb’in üstlendiği filmin müzikleri Owen Pallett imzası taşıyor. Filmin oyuncu kadrosunda ise Nicolas Cage, Lily Bird, Julianne Nicholson, Jessica Clement, Star Slade, David Klein, Kaleb Horn, Liz Adjei, Paula Boudreau, Marnie McPhail, Noah Lamanna, Tim Meadows, Dylan Baker, Maev Beaty, Marc Coppola, Krista Bridges gibi isimler bulunuyor.

Filmin konusunu hayli sıradan bir hayatı olan Paul’un, bir anda tanımadığı yüzlerce insanın rüyalarına girmesi sonrası başından geçenler oluşturuyor. Evrimsel biyolojiye yakınlığı olan ve kendi anonimliğiyle ilgili endişesi olan kayıtsız bir aile babası ve kadrolu profesör olan Paul Matthews, bir gün diğer insanların rüyalarında üstel bir hızla görünmeye başladığını keşfeder. Hayatta olduğu gibi, bu rüyalardaki varlığı müdahaleci değildir; sadece orada bulunmakta ve yabancıların fantezileri ile kabuslarına kayıtsızca bakmaktadır. Bununla birlikte, bir gecede ünlü olmuştur ve kısa süre sonra uzun süredir reddedildiği ilgiyle yıkanmaya başlar. Ancak Paul, kendisiyle ilgili vizyonları normdan önemli ölçüde farklı olan bir hayalperestle karşılaştığında, rüya benlikleri kendi bilinçaltlarında açıklanamaz bir şekilde şiddete başvurmaya başladığından, kendisini Faustvari şöhret pazarlığıyla boğuşurken bulacaktır.

Nicolas Cage’ın son yıllardaki en iyi performansı olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz filmdeki diğer oyuncuların performansları da oldukça başarılı. Hereditary (2018), Midsommar (2019), Beau Is Afraid (2023) gibi filmlerinin yönetmenliğini yapmış olan Ari Aster’in de yapımcılar arasında bulunduğu film, Beau Is Afraid’e benzer şekilde sürreal rüya sahneleriyle ön plana çıkıyor, sosyal medya kültürü ve bunun getirdiği yan etkilerin altını çizerek kınayan bir yol izlemeyi tercih ediyor. Freud ve rüyalardan, Jung ve arketiplerine, farklı şekillerde okuma yapılabilecek olan film aynı zamanda bir şehir efsanesine de dayanıyor.

2006 yılında New York´ta tanınmış bir psikiyatr, kabul ettiği hastasının garip bir rüyasını dinledi. Bu rüyada hasta, bir adamın kendisine hayatıyla ilgili tavsiyeler verdiğini görmüştü. Üstelik bu yüzü rüyasında ilk kez görmüyordu. Aynı adam daha önce de sıklıkla rüyalarında ortaya çıkıyordu. Kadın hasta, bu adamı hayatı boyunca hiç görmediğine ve kesinlikle tanımadığına yemin ediyordu. Haliyle neden sürekli rüyasında gördüğünü de bilmiyordu. Psikiyatristin isteği üzerine hastanın rüyasında gördüğü bu adamın bir robot resmi çizildi. Ancak resmin kime ait olduğu elbette bir sır olarak kaldı. Birkaç gün sonra bir başka hasta, psikiyatristin masasında duran bu resmi gördü ve psikiyatriste şu soruyu sordu: Bu adamı tanıyor musunuz? Ve devam etti ‘Onu sürekli rüyamda görüyorum ama kim olduğunu bilmiyorum!’ Bu iddiaların ortaya atıldığı tarih olan 2006´dan günümüze kadar birbirini daha önce görmemiş tam 2000 farklı kişi bu adamı rüyasında gördüğünü iddia etti. Farklı kıta ve ülkelerden birçok kişi fotoğraftaki adamı rüyasında gördüğüne inanıyordu.

Bu haliyle bakıldığında, özellikle de robot resim ile Nicolas Cage yan yana konulduğunda bir şehir efsanesinden yola çıkarak sosyal medyanın etkilerini ve kültürün yozlaşmasını oldukça başarıyla ele alan bir filmin yaratılmış olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün.

Film her ne kadar korku-komedi olarak geçiyor olsa da korkuya dair görüntünün yalnızca Paul Matthews’u canlandıran Nicolas Cage’in fotoğraf çekimleri için eline Freddy Krueger pençesinin takılması suretiyle bir hiciv üzerinden yer verildiğini söylemek mümkün. Buna rağmen Paul ile özdeşleştiğinizde hem gerilim hem de kırgınlık film boyunca peşinizi bırakmıyor. Filmin son 15 dakikası biraz sürünse de sonuna dek izletmeyi de başarıyor.

Sonuç olarak Dream Scenario; şehir efsanesinin başarıyla sinemaya geçirilirken toplumsal eleştirinin de unutulmadan yanına konmuş olduğu sürreal bir rüya… Zaten sinema da bir anlamda rüya değil mi?