Siyasî, Teknolojik ve Yerli
Lucidlab yapımcılığında çekilen Bina filminin yönetmen koltuğunda ilk uzun metrajıyla Orçun Behram oturuyor. Senaryosunu da Behram’ın kaleme aldığı filmin görüntü yönetmenliğini Engin Özkaya üstlenmiş. Müzikleri Can Demirci’ye ait filmin sanat yönetmenliğinde ise Ufuk Bildibay bulunuyor. Dünya prömiyeri Toronto Film Festivali’nin Keşif Bölümü’nde gerçekleştirilen ve 56. Altın Portakal Film Festivali’nde gösterime giren filmin oyuncu kadrosunda ise İhsan Önal, Gül Arıcı, Levent Ünsal, Işıl Zeynep, Enis Yıldız, Eda Özel, Murat Sağlam, Elif Çakman, Toprak Mert Yadigar gibi isimler bulunuyor.
24 Nisan 2020 tarihinde gösterime girmesi beklenen ancak Coronavirüs (COVID-19) nedeniyle sinemaların kapatılması sonucu kendisi gibi, Nisan ayında gösterime girmesi beklenen tüm filmlerle birlikte ertelenen Bina; 39. İstanbul Film Festivali’nde açık hava gösterimleri yapılacak olan ulusal filmler aynı zamanda çevrim içi gösterimlerle de izleyicilerle buluştu.
Bina, bilimkurgu ve korkunun harmanlandığı distopik bir atmosferde geçiyor. Distopik bir Türkiye’de hükümet ülke çapındaki tüm yayınları birleştirmek için tüm evlere bir yayın sistemi kurmaya başlar. Bakımsız ve eski bir sitede apartman görevlisi olan Mehmet’in yürüyerek işe gittiği bir gün hükümet siteye yeni bir anten takacaktır. Ancak kurulum sırasında devlet görevlisi çatıdan düşerek ölür ve olaya tanık olan Mehmet’in gerçeklikle bağı kopmaya başlar. Yeni takılan anten ve antenden gelen yayın apartman sakinleri için bir tehdit oluşturmaya başlar. Mehmet apartmana musallat olan bu kötü niyetli varlığın peşine düşer.
Türk toplumundaki ataerkil egemenliğin kadına, evli kadına, bekar kadına, anneye ve kız çocuğuna bakışının; gücü elinde tutanların güçsüzleri umursamazca ezişlerinin her karesinde diyalog ve sahnelerle alt metinlere yerleştirildiği film, aynı zamanda George Orwell’ın unutulmaz eseri 1984’e devlet ve kontrol üzerinden saygı duruşu yapan oldukça derin bir yapıya sahip. Sanat yönetiminin başarılı mekân tasarımları ve görüntü yönetimi izleyicinin gerilim atmosferine kolayca girmesini sağlıyor. 80’li yıllarda karşımıza çıkan teknolojinin ve televizyonun bizi ele geçirmesine yönelik korkuları tekrar gün yüzüne çıkaran Bina, gerilim atmosferini bilinmezliğin korkusuyla harmanlıyor. Radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarının insanların tektipleştirilmesi amacıyla hükümet tarafından desteklenen bir projeyle kontrol altına alınmasını anlatırken, tektipleşmeye boyun eğmemeye çalışan Mehmet’in hükümet ve güçlülerden kaçmaya çalışmasını ele alıyor.
Filmin ilk yarısında karakterleri tanıma sürecinde film biraz ağır aksak ilerlese ve felsefi diyaloglara boğulsa da sonrasında Mehmet’in gezindiği radyo ve televizyonlarla dolu koridorlar, yerlerdeki gazete yığınları sanat yönetiminin ne kadar titizlikle çalıştığını gözler önüne seriyor. Televizyon yayını sahnelerinde müziğin sesi konuşmaları bastırıyor olsa da İngilizce alt yazılar yardıma koşuyor.
Kişisel hafızalarımızı internet ve teknoloji çağı olarak adlandırılan günümüzden önceki yıllara saracak olursak, özellikle korku sinemasının bir parçası olan hayaletler, zombiler ya da uzaylılar 80’li yıllardan itibaren iletişim ve kitle iletişim araçları yoluyla tüm evlere sızarak insanları öldürmekte ya da dönüştürmektedir. Yaşamı kolaylaştırmak adına icat ettiğimiz telefon, internet, televizyon gibi teknolojik araçların bizi öldürmekte ya da dönüştürmekte olduğunu vurgulayan Videodrome (1983), The Brain (1988), Cell (2016), Await Further Instructions (2018) gibi yapımlar sıklıkla karşımıza çıkmıştır. Teknolojiden doğan kötücüllüğe değinen d@bbe (2006) ve Cinnet (2019) filmlerinden sonra; Bina ülkemizden bu konuda çıkan Avrupaî dokudaki ilk örnek olmasının yanı sıra, The Nantes Uluslararası Film Festivali’nde Özel Jüri mansiyonunu kucaklamayı başardı.
Sonuç olarak Bina, ilk yarısında biraz temposu düşük olarak başlasa da sanat yönetimi ve alt metinleriyle dolu dolu olan, ülkemizdeki teknolojik korku filmlerinin Avrupaî ilk örneği olarak izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor.