“Ağır Kanlı ve Fazla Soslu…”
Amerikan yapımı Blood, Türkiye’de gösterime girdiği adıyla Lanetli Kan filminin yönetmen koltuğunda Session 9 (2001), The Machinist (2004), Transsiberian (2008), The Call (2013), Eliza Graves (2014), Beirut (2018), Fractured (2019) gibi filmlerin ve Fringe (2008-2011), Frequency (2016), The Sinner (2017-2018), Clickbait (2021), Devil in Ohio (2022) gibi dizilerin bazı bölümlerinde yönetmenlik yapmış olan Brad Anderson oturuyor. Senaryosunu Will Honley’in kaleme aldığı filmin görüntü yönetmenliğini Björn Charpentier üstlenmiş. Müzikleri Matthew Rogers tarafından yapılan filmin oyuncu kadrosunda ise Michelle Monaghan, Skeet Ulrich, Finlay Wojtak-Hissong, June B. Wilde, Skylar Morgan Jones, Danika Frederick, Jennifer Rose Garcia, Candace Smith gibi isimler bulunuyor.
Hemşire olan Jess, kızı ve küçük oğlu Owen ile birlikte ailesinin eski çiftlik evine taşınır. Çocuklarıyla kendisine yeni bir hayat kurmak isteyen Jess’in hayatı, Owen’ın çok sevdiği Pippin adlı köpeğinin önce kaybolması sonrasında ise döndüğünde Owen’a saldırarak ısırmasıyla alt üst olur. Isırık gizemli bir enfeksiyona neden olur ve Jess oğlunu kurtarabilmek için ne kadar ileri gidebileceğine karar vermek zorunda kalacaktır.
Başta June B. Wilde, Monaghan, Skeet Ulrich ve Skylar Morgan Jones olmak üzere oyuncuların performanslarının inandırıcı ve oldukça gerçekçi olduğu filmde birçok çatışma üst üste biniyor. Filmin sıkıntısı da bu üst üste binen çatışmaların derinine inilememesinden kaynaklanıyor. Jess ile kocası Patrick’in boşanması, yeni bir eve taşınma, bütün bunlar sürerken Patrick’in çocukların dadısıyla beraber olması ve yakın zamanda ondan bir bebeğinin olması, Jess’in taşındığı ailesine ait eski evin çevresinde lanetli bir durumun olması, çocuklarla annenin çatışmaları, Patrick ile Jess’in çatışmalarına Jess’in geçmişte olan madde bağımlığı da eklenince filmin hikâyesi neresinden ilerleyeceklerini kestiremedikleri bir açmazlar silsilesindeki kördüğüme yuvarlanıyor. Jess’in geçmişteki madde bağımlığının kökeni ya da aile evinin çevresindeki lanetin nedeninin açıklanmaması da oyuncuların performanslarının adeta boşa gitmesine neden oluyor. Bu çatışmaların hepsine ek olarak merkeze alınan çatışma ise nedeni belirsiz olan virüs. Bu virüsün Owen üzerindeki etkileri üzerinden ilerlerken diğer konuları şöyle bir gösterip bir sürü soru işareti barındırarak ilerleyen film, finalinde de izleyicileri karanlıkta bırakmayı tercih ediyor.
Tüm bu çatışmaların ortasında yer alan tüm karakterlerin sürekli yanlış seçimler yaparak ilerlemesi de izleyicinin zaten ağır tempoda ilerleyen filmden yer yer sıkılmasına yol açıyor. Oyuncuların performansları nedeniyle finale kadar ilerlenebilen film, daha önce bu filmi izlediğimiz hissini de uyandırıyor. Jess karakterinin filmin başlangıç sahnesinde evin duvarında gördüğümüz fotoğrafla herhangi bir şeyi bağdaştırmaması, bu laneti araştırma yoluna gitmemesi kaçırılmış bir fırsat olarak kalıyor.
Sonuç olarak Blood; daha önce izlediğimiz hissi veren, içerisine ne kadar çatışma varsa eklenmiş, oyuncuların performansları nedeniyle finale dek izleyicileri götürebilen ancak hafızalarda yer etme şansı olmayan bir film.