“Shakespeare’i Mezarında Ters Döndürmek…”
Mert Yapım Medya yapımcılığında İstanbul’da çekilen, adı önce Ezan sonra Ezan 2 olarak duyurulan ardından ise İnn-i Cin Mişna olarak güncellenen filmin yönetmen koltuğunda Aşkopat (2015), Semur 3: Kıyamet-i Cin (2022) gibi filmlerin müziklerinin bestecisi olan Ekrem Düzgünoğlu oturuyor. Görüntü yönetmenliğini Muhammed Ercan’ın üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda ise Tolga Su, Aygül Hanalyyeva, Gülcan Özbay, Yiğit Yengin, Ceyhun Demirkollu, Ecem Koyunlu, Tuğba Aydın, Ayşegül Kaygusuz gibi isimler bulunuyor.
Filmin konusunu cinlerle geçmişi olan Münire’nin, tekrar cinlerle irtibata geçmesiyle yer aldığı tiyatro ekibini de kapsayan olaylar silsilesi oluşturuyor. Genç yaşta iş birliği yaptığı cinler tarafından ailesiyle cezalandırılan Münire, yıllar sonra yine nefsine yenik düşüp onlarla anlaşma yapmış, bunun için kendine müdirelik yaptığı tiyatronun yeni oyuncusu Samet’i seçmiştir. Samet ekibin yaşça en büyüğüdür ve kısa sürede herkesin güvenini toplamıştır. Münire’nin hazırladığı büyü bir aksilik sonucu yarım kalır ve Samet’e kötü huylu bir cinin musallat olması ile sonuçlanır. İşler tehlikeli bir intikam oyununa döner. Tiyatro da esrarengiz bir oyun başlamıştır. Bu durumun önüne geçebilecek tek bir insan vardır; o da aynı tiyatroda oyuncu olan Murat’tır. Murat küçük yaşta dedesinden el alıp iyi huylular tarafından korunmaktadır. Binada kurban edilen bedenler, büyüler ve benzeri bir sürü esrarengiz olayın yaşanacağı bu oyundan kimse sıfır zararla kurtulamayacaktır.
Kötü kadrajlar ile hışırtı ve cızırtıların duyulduğu, yer yer ses-görüntü senkronizyonu sorunu bulunan filmin, Samet karakterini canlandıran Tolga Su ve Münire karakterini oynayan Gülcan Özbay başta olmak üzere oyuncularının performansları da fazlasıyla yapay. Arka fona köydeki bir ev ya da cinli köyü almak yerine mekân olarak bir tiyatronun kullanılmasına rağmen aslında oranın bir tiyatrodan ziyade bir apartman katı ve içerisindeki odalar olması da durumun işleyişine katkıda bulunmuyor. Dört karakterin bir anda birbirilerini buldukları sahnede, bu planı uzatmak adına her karakterin diyaloglarının arasında birer dakika es vermesi ve aslında bir dakikada bitecek bu sahnenin beş dakikaya zorla çekiştirilerek uzatılması durumu maalesef filmin bütün plan ve sahnelerine yansıtılmış durumda. Tripod kullanılmaksızın omuzda çekilmiş olması nedeniyle sanki found footage izleniyormuşçasına oyuncularla birlikte yere eğilme, kadrajdan çıkan oyuncuyu yakalamaya çalışmak adına kafa eğme gibi süreçlerle izleyicinin kadraj konusunda sorun yaşamasına neden olan filmin, netlik ayarları da tahmin edilebileceği üzere oldukça problemli.
Film, her şeyden önce bir sanat eseridir ve sanat eseri olabilmesini sağlayan da belirli teknik donanımlar bulunmak zorundadır. Sinema eğitimleri bunun için vardır ve kayda alınan her hareketli görüntü arka arkaya birleştirildiğinde “film” olmaz. Bu yıl aslında film olmayan birçok “hareketli görüntü” izlemiş biri olarak, özellikle de daha yönetmen olmadan yanıp sönen kırmızı-mavi ışıklar kullanma yoluyla Gaspar Noe olmaya çalışanlara maruz kalmanın ne kadar yorucu olduğunu anlatmanın zor olduğunu ifade etmekte zorlandığım anlar oldukça sıklaştı. Farklı odalardan çıkmış gibi görünen dört kişinin her iki tanesinin sahnelerinin duvarlardan ve dekordan anlaşılacağı üzere aynı odada çekildiklerini, aslında dört oda yerine sadece iki oda kullanılmış olduğu gerçeğini ve bunu izleyicinin fark etmeyeceğini sanacak kadar durumdan bir haber olduklarını söylersem; durumun vahametini tam olarak anlatabileceğimi düşünüyorum.
Aslında biraz önce bahsi geçen birer dakikanın beşer dakikalara uzatılmasıyla 72 dakikaya çıkmış olan bu filmin, kabataslak hesaplama ile 14 dakikada bitmesi gerektiğini üzülerek söylemek durumundayım. Sinema bir meslek dalıdır, nasıl herkes besteci olamazsa herkes de yönetmen ya da oyuncu olamaz. Dağıtım şirketlerinin ne dağıttıklarına bakmalarını ve dağıtmayı kabul etmeden önce izlemelerini şiddetle öneriyorum. Bu tarz “hareketli görüntüler” gösterime girdikçe, bunları görüp “Ben de yaparım!” diyenlerin sayısı bir o kadar artıyor ancak fazla yapım çıkmasının sinema anlamında iyiye gidişat anlamına gelmediğini, geriye gitmekte olduğumuzu da üzüntüyle izlemek zorunda kalıyorum.
Sonuç olarak İnn-i Cin Mişna; aslında gösterime girmemesi gereken yapımlara bir yenisi olarak ekleniyor…