Evreni oluşturan her şey karşıtlıkları ölçüsünde var olagelmiştir. İlk insanların pagan inanışları da günümüzde milyarlarca insanın inandığı semavi dinler de iyi ile kötü yani tanrı ile şeytanın karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Tanrı ışık dolu, zarif, iyi olan her şeyi temsil ederken, Şeytan karanlık, kaba, kötü olan her şeyi bünyesinde toplamaktadır. Her inançta kötülüğün kaynağı değiştiği gibi, kötülüğün kaynağının yardımcıları da değişkenlik göstermektedir.
Yunan sanatı estetik üzerine kurulu olmasına karşın Hephaistos, Hades, Pan gibi tanrılar çirkin denilebilecek estetikten uzak biçimler üzerine oturtulmuştur. Hephaistos tanrılar arasında kötürüm olan tek tanrıdır. Aksak ve çirkin olan bu maden tanrısı, Yunan mitolojisinin güzellik ve cinsellik simgesi Aphrodite ile evlidir. Hades bir diğer korkutucu tanrıdır. Cehennemin yani korkunç yaratıkların, karanlıkların ve yeraltının tanrısı olan Hades, baharı müjdeleyen Persephone’i kaçırarak yeraltında evlenmiştir. Pan yarı keçi yarı insan özelliklerine sahip çoban tanrısı olarak bilinmekle birlikte keçisakallı, keçiboynuzlu görünümüyle bakanları ürküten bir görünüme sahiptir. Hristiyanlığa geçiş döneminde şeytan tasviri Pan ile eşdeğer konuma gelmiş, Pan şeytanla bütünleşmiştir. Yunan Mitolojisi’nde ortaya konan bu birleşmeler “bütünlük”, “ahenk” ve “ying-yang” esaslarına dayanmaktadır. Kusursuzluğun da kusurları olduğunu, bu kusurların ise başka şekillerde var olduğunun en vurucu kanıtları Yunan Mitolojisi’nde görülen bu eşleştirmelerdir.
Batı ülkelerinde ortaya çıkmış olan masallarda buna benzer eşleştirmeler bulunmaktadır. Ancak bu kez eşleştirmelerin altında psikolojik ve sosyolojik gelenekler olduğu da dikkat çekmektedir. Küçük kız çocuklarına anlatılan “Kurbağa Prens”, “Güzel ile Canavar” gibi bu masallar kız çocuklarının ergenlik döneminde erkek çocuklarından uzak durması ve reşit olana değin cinsellikten uzak durmalarını bilinçaltlarına yerleştirmeyi amaçlamaktadır. “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” de dahi küçük kız çocuklarının kendilerini özdeşleştireceği prenses karakteri reşit olana değin cinsellik düşüncesinden uzak, çocuk görünümlü cücelerin yanında “Doğru Erkeği” beklemektedir. İlk öpücük uzun bekleyişler sonrası prensesi derin uykusundan uyandırıp evlenerek reşit kadına dönüştürmektedir.
Edebiyata baktığımızda ise bu ahenk zamanla güzelliğin, tutkunun ve cinselliğin kötülükle eşleştirilmesi ile sonuçlanmıştır. “Drakula ile Mina” örneğine bakıldığında Kont Drakula tanrıyı inkar ederek insan kanı ile yaşamaya başlamış bir ölümsüzdür. İnsani özellikleri yüzyıllar önce ölen karısına benzeyen bir kadına aynı tutku ile bağlanmasıyla ortaya çıkmaktadır. Anlatılan, kadına karşı olan şefkati yanında diğer insanları acımasızca öldüren, kan içen bir katilin karanlık öyküsüdür. “Quasimodo ile Esmeralda” örneğine bakıldığında ise kambur, bacağı aksak, yüzü asimetrik olarak tasvir edilen Quasimodo, bir Çingene güzeline tutulmaktadır. Çingene kadının dansı, Çingene erkeklerinden rahibe değin herkesin yüreğini hoplatmaktadır. Burada Esmeralda adlı karaktere duyulan his, Drakula’da da olduğu gibi aşktan öte cinsel bir arzudur. Rahip bu cinsel arzuyu Esmeralda’nın saçından beline, yüzünden gözlerine değin hissetmekte ve romanda yazar tarafından da hissettirilmektedir. Drakula karakterinin de ortaya çıkışında ve kurbanlarını boyunlarından ısırışında aynı tutku ve şehvet yer almaktadır.
Başlangıçta ahenk ve denge üzerine kurulu olarak başlayan bu eşleştirmeler zaman içerisinde cinsellik ve şehvetin, ulaşılamamazlığın tasvirinin yapılabilmesi için kullanılmaya başlamıştır. Güzellik zor ulaşılan, çirkinlik ise uzak durulması istenen iki ayrı kutup olarak bilinçaltlarına yerleştirilmiş olduğundan, edebiyat ile birlikte ulaşılamamazlığın ulaşılabilirliği sağlanmıştır.